31 Ağu 2014

7 Günah: Haset, Giotto 1306



Haset {Invidia) burada kocaman kulaklı, boynuzlu ve ağzından yılan çıkan çirkin bir kadın olarak tasvir edilmiştir.Bir torba para tutmaktadır ve ayaklarında kıskançlığın içinde yanan ateşi belirmektedir. 

25 Ağu 2014

Oysa ne beni bulduğuna sevinen oldu, ne de kaybettiğine üzülen. Sanırım tüm varlığımla gerçek bir zaman kaybıyım.

Hacer Yeni

24 Ağu 2014

"Seni anlıyorum" demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan. Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada… Var olan en sağlam zırh insan vücududur. İçindekileri en iyi saklayan kasa odur. Koridorlarında birikenlerin kokusunu bile yaymaz dışarıya. Deliliğin kokusunu, anormalliğin kokusunu duyamazsın yanında gazete okuyan adamın, otobüs durağında. Sadece gördüklerin vardır. Beş duyunun algıladığı kadar anlarsın aileni, sevgilini, çocuğunu.

Hakan Günday


Her şey yarım kalmış gibi. Almanca da yarım kaldı zaten. Derdimi anlatacak kadar bile öğrenemedim. Gerçi Türkçe ne kadar anlatabilirim derdimi bilemiyorum. Derdimi çok iyi biliyorum da, hiç iyi anlatamıyorum. Kendi kendimeyken çok güzel anlatıyorum da. Oturup biriyle konuşayım dediğimde olmuyor. Aklımdakinin onda biri, içimdekinin yüzde biri anca dile geliyor. Gerisi içimde kalıyor. Kendinden de sıkılıyor insan bir süre sonra. İyi anlaşmak yetmiyor bazen.

Hakan Bıçakcı
Oysa hayat naz maz tanımıyordu.Kendimden biliyordum. Hayat hiç beklemediğin anda öyle kafa atardı ki, ağzın burnun dağılırdı.

Ayfer Tunç

Karamürsel


23 Ağu 2014

Draco

Draco ya da Ejderha takımyıldızı

Hera altın elma bahçesini koruması için yüzlerce başa sahip bir ejderha olan Ladon'u görevlendirmiştir. Herkül'ün görevi, bu bahçeden altın elma çalmaktır. Herkül, ağaca dolanarak altın elmaları koruyan canavarı atlatmak için bir plan yapar. Planını uygulayabilmek için bir yardımcıya gereksinimi vardır. Bunun için, Zeus'a karşı geldiği için dünyayı omuzlarında taşımakla cezalandırılmış olan Atlas'ı seçer. Herkül, Atlas'a eğer 
bir altın elma getirirse, dünyayı bu süre içinde Atlas'ın yerine taşıyabileceğini söyler. Atlas bu teklifi kabul eder. Herkül, bahçeye zehirli oklar fırlatarak Ladon'u öldürür ve dünyayı omuzlarında taşırken, Atlas Hesperidler'in bahçesinden üç altın elma koparıp Herkül'e getirir.

Hera, Ladon'un ölümüne çok üzülür ve kendisini kutupyıldızı yakınlarında gökyüzüne yerleştirerek onurlandırır.

18 Ağu 2014

Ekrandaki gezi programları felaketi

Bu programlar niçin yapılıyor?
Şımarık sunucu kız eşe dosta bir işle meşgul görünsün; kankasını hasetten çatlatsın diye mi?
Gittiği şehrin pazarını gezerken tezgâhtan aldığı balıkları "çooook ilginç sayın seyirciler" diyerek göğsüne bastıran genç televizyoncular nereden çıktı?
Sakın izleyicinin sevdiğini söylemeyin.
İzleyici üç beş malumat uğruna bu programlara katlanıyor!
Bir de rafine zevk(!) sahibi olarak tanıtılan adamlar var.
Yıllardır ekranda gezip tozuyorlar. Havaları bin beş yüz fakat bilgi diye art arda
sıraladıkları zırvalar beş para etmez!
Hatırlıyorum, böyle biri Bangkok'ta olmadık yerlere girip çıkmış sonra da bir Budist
tapınağa girip Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası ve Kurtuluş Savaşı şehitleri
için mum yakıp uzun uzun dua etmişti!
Ciddiyet kisvesi altındaki bu cıvıklık karşısında donup kalmıştım.

Benden söylemesi...
Bu türden bir turist olmak istiyorsanız, evinizde oturun daha iyi!
Valiz aç, valiz topla eziyetine bile değmez.
Ha! Eşe dosta "ben de oralardaydım" demek, facebook'a fotoğraf koyup gösteri yapmak için onca yola
katlanacaksanız, siz bilirsiniz!
Ancak hani bu programlar dünyayı tanıttıklarını iddia ediyorlar...
Hayır! Dünya bu değil.
Bu programlardaki insanlar da "hakiki" değil.
Bu programların cıvık ruhu hiçbir biçimde bizim ruhumuz değil.
Yanlış hatırlamıyorsam...
Bir tarihte Süleyman Seyfi Öğün bu programlara yansıyan kültürel seviyesizliğe ve sunucuların vasıfsızlığına
şaşırmadığını; turizmin zaten böyle bir şey olduğunu yazmıştı.
Doğruydu, turizm dünya hakkında bir tür "görgüsüzlük" türetme sanatı olup çıkmıştı.
Süleyman Hoca özünde haklıydı.
Fakat bu kadar da yerlerde sürünülmez ki!
Tarihi ve dünyayı bu kadar hafife almak gerekmez ki!

Şimdi ben bu satırları yazarken...
Karşımdaki ekranda yine böyle bir gezi programı var.
Sunucu Hindistan'da dolaşıyor ve oraya gelmeden önce ülke hakkında çok bilgi edindiğini söylüyor.
Sonra da "İngilizler buraya yerleştiklerinde..." veya "Portekizliler burayı çok sevmiş, yerleşmişler" gibi laflar edip duruyor.

Haşmet Babaoğlu

Una Voce Dentro

Ivan Fedorovich Choultse, March Night

Vivaldi, Cello Concerto E minor, RV 409: Movement 3

17 Ağu 2014

İnsanlar sana hakaret ettiklerinde, onlara yanıt vermezsen bu da zorlarına gider. Sen sadece, “teşekkür ederim” diyerek yoluna devam edersin. Bunu hazmetmek zordur… Çünkü, o kişinin egosunu derinden incitir. O seni aşağı, çamurun içine çekmeye çalıştığı halde sen bunu reddettin; O, şimdi orda tek başına kalmış oldu…

14 Ağu 2014

yok gidecek bir yerim, dursam düşeceğim
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim anılara.

Behçet Aysan

9 Ağu 2014

Dünyanın bilinen ilk yazılı anlaşması: Kadeş

Dünyanın en büyük iki imparatorluğu Hititlerle Mısırlılar niçin savaşa girdiler?

Tahta geçtiğinde Tutankamon henüz çocuk yaştadır  ve üvey kız kardeşi Ankesenamon ile evlendirilir. Tutankamon 18 yaşındayken, sonradan mumyası üzerinde yapılan röntgen incelemeleriyle anlaşıldığı üzere, kafatasına aldığı bir darbeyle öldürülmüştür. Bugün, cinayetin Baş rahip Eje tarafından işlendiği kabul ediliyor.

Baş rahip Eje, firavun Tutankamon'u öldürdükten sonra firavun olmak ister. Bunun en kestirme yolu kraliçe Ankesenamon ile evlenip tahta geçmektir. Ankesenamon, kocasını, Eje'nin öldürdüğünü bildiği için mi, yoksa Eje kendisinden çok yaşlı olduğu için mi bilinmez; onunla asla evlenmek istemiyor. Ama Eje, bu konuda kararlıdır. Ankesenamon'un bulabildiği tek çözüm adını ve ününü duyduğu Hitit kralı Suppiluliuma'dan yardım istemektir.

Suppiluliuma'nın oğlu II. Murşiliş'in yazdığına göre bu yardım isteği şöyle çıkıyor ortaya:

"Mısırlılar, Amka zaferini duyunca korktular. Üstelik firavunları da ölmüş olduğu için, Mısır'ın dul kraliçesi, babama bir elçi ile şu mektubu yolladı: Kocam öldü. Benim oğlum yok. Duyduğuma göre sende oğul çokmuş. Eğer bana oğullarından birisini verirsen onu koca yapacağım. Tebamdan birisini kocam yapmayı asla istemiyorum. Ona koca olarak saygı duyamam."

II. Murşiliş, devam ediyor anılarına:
“Babam, iyi yürekli olduğu için kadının sözünü dinledi ve göndereceği oğlunu seçti.”

Suppiluliuma, Mısır firavunluk soyunun Hititlere geçeceği hayalini kurarak oğlu Zannanza'yı küçük bir askeri birlikle Mısır'a yollar. Hitit tabletlerinden anlaşılacağı üzere, prens Zannanza'nın sınırı geçtikten bir süre sonra öldürüldüğü haberi gelir Hitit ülkesine. Firavun olmak için gün sayan Eje, Ankesenamon'un bu girişimini öğrenmiş ve yolladığı orduyla Zannanza'nın birliğini kuşatarak yok ettirmiş hepsini. Suppiluliuma, bu olaya çok üzülmüştür. Yine tabletlerden anlaşıldığına göre günlerce ağlamış ve intikam yeminleri ederek tanrılara kurbanlar sunmuş.

Bu sırada Mısır tahtında Akhenaton'la birlikte ortaya çıkan gevşeklik ve karışıklıklar sonrasında artık güçlü bir firavun vardır: II.Ramses. II. Ramses, daha imparatorluğunun ilk yıllarında düzeni kurmak ve Mısır'ın gücünü çevreye kabul ettirebilmek için seferlere başlar. Hititler açısından bardağı taşıran damla, Suriye topraklarında Hititler'e bağlı olarak yaşayan Amurrular'ın birden Ramses'e bağlılıklarını açıklamalarıdır. Amurru prensi Benteşina, kendisine çok daha fazla tâvizler önermiş olan II. Ramses'in sözüne güvenerek Hititler'den kopmuş ve Mısırlıların safına katılmıştır.

O dönemin güç dengeleri içinde II. Ramses'in ilerleyişini durduracak tek güç vardı dünyada: Hititler. Artık yeni Hitit kralı Muvatallis için yapacak başka bir şey kalmamıştı: Hem sınırlarına yeniden biçim vermek hem de Suppiluliuma'dan kalma intikamı almak (Prens Zannanza'nın öldürülmesi olayı). Dolayısıyla iki ulusun savaşa girişmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. İki ordu, Halep ile Şam'ın ortasında bir yerde olan Kadeş'te karşı karşıya geldiler.
Savaş bir süre sürüyor. Ondan sonra her iki ordu da geri çekildiği için kimse kimseye üstünlük sağlayamıyor. Savaşı kimse kazanamayınca Kadeş Antlaşması imzalandı
Antlaşmanın temel düzenlemesi bu iki ülkeden birisine yönelik bir saldırı ya da tehdide karşı ötekinin ona yardım edeceği ve savaşa birlikte gireceğidir.

Bugün NATO Antlaşmasının 5. maddesini aşağı yukarı aynı düzenlemeye sahiptir.


8 Ağu 2014

Türk Trinity


Türk Uygur Budist Fresk. Türk Trinity. En baştaki Ay Tengri. Türk usulü bağdaş kurup oturmuş, elinde Vajra tutar. Ortadaki Gün Tegri yine bağdaş kurup oturmuş. Sağ elinde Güneş diski sol elinde Ay tilgeni tutar. En sondaki Mars, elinde Türk usulü Ant kadehi tutar. Türkler Göktürklerden bu yana Ata Mağaralarında Savaşa gitmeden önce, Mars’a Ant İçerlerdi. Arkada Ok ve Yay tutan figürlerde Marsı sembolize eder.
Nuray Bilgili
akıl gönle yük imiş...

Yamamoto Masao

2000-lightyearsfromhome:

 

Yamamoto Masao

5 Ağu 2014

In Turkey

Tepenize çığ düştüğünde, bütün o karın altında yatarken neresi aşağı neresi yukarı anlayamaz oluyormuşsunuz. Karı iteleyip kurtulmak istiyor ama yanlış yönü seçip kendinizi daha da derine , kendi mezarınıza gömüyormuşsunuz.

Khaled Hosseini

4 Ağu 2014

The Piano (1993) Jane Campion

Pale Blue Dot

screamingpear:

"Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.
Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.
Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer.
Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza.”
Carl Sagan - Pale Blue Dot

Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.

Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.

Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.

Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer.

Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza.”

Carl Sagan

3 Ağu 2014

Açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde..Bunlar güzel erdemler. Fakat ya dilencilerin en fakirinin ve suçluların en gaddarının kendi içimde olduğunu görürsem! Ya şefkatime en muhtaç kişinin ve en azılı düşmanımın kendim olduğunu farkedersem! O zaman ne olacak?

Carl Gustav Jung

Morrissey - Oh well, I'll never learn

Morrissey - Now my heart is full/The lazy sunbathers


2 Ağu 2014

Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

Didem Madak

Kör Baykuş

Artık ne arzum kaldı, ne de kinim. İçimdeki insanı yitirdim. Kaybolsun diye de bir yere bırakıverdim. Hayatta insan ya melek olmalı, ya doğru dürüst bir insan, ya da hayvan. Ben onlardan hiçbiri olmadım. Hayatım ebediyen kayboldu. Ben bencil, acemi ve zavallı olarak dünyaya gelmiştim. Şimdi artık geri dönüp başka bir yol seçmek imkânsız. Bundan böyle anlamsız gölgeler peşinde gidemem, yaşamla yaka paça olamam, güreş tutamam. Sizler gerçekte yaşadığınızı zannediyorsunuz. Elinizde hangi sağlam kanıt ve mantık var? Ben artık ne bağışlamak, ne bağışlanmak, ne sağa ne de sola gitmek istiyorum.

Sadık Hidayet