Bugün İstanbul’daki Ayasofya’nın kubbesinin kuzeydoğu köşesinden aşağı gizemli bir ifadeyle bakan ‘Seraf’ın yüzü, 150 yılı aşkın bir süredir gizliydi. Bir zamanlar onlardan, her bir köşede, dört tane vardı. Bu altı kanatlı ‘Serafim’in (‘Seraf’ın çoğul hali) görevi, Allah’ın tahtını çevrelemek ve O’nu sürekli övmekti. İbranice kutsal yazılardaki İşaya kitabında, peygamber göklerle ilgili bir rüya görür: “Rabbi, yüce ve yüksek bir taht üzerinde oturmakta gördüm ve etekleri mabedi dolduruyordu. Kendisinden yukarıda Serafim duruyordu. Her birinin altı kanadı vardı. İkisiyle yüzünü örtüyor, ikisiyle ayaklarını örtüyordu ve ikisiyle uçuyordu. Ve her biri ötekini çağırıp, ‘Orduların Rabbi kutsaldır, kutsaldır, kutsaldır; bütün dünya onun izzetiyle dolu’ diyordu.
Patrikhane, melekle ilgili yapılan "Cennetin bekçisi; Tanrı'nın tahtını koruyan" değerlendirmelerinin doğru olmadığını vurgulamış ve "Serafim İbranice'den, yanmak anlamına gelen 'Saraf' kelimesinden gelmekte olup, bu melek Tanrının Habercisi olmakla vazifelendirilmiştir" açıklamasını yapmıştı.
Orta Çağ’a ait bir Rus hikâyesi vardır; buna göre 10’uncu yüzyılda Kiev Prensi Vladimir’i Müslüman Bulgar, Hıristiyan Alman ve yine Hıristiyan Bizans elçileri ziyaret ederler. Hepsi prensin kendi dinlerine geçmesini istemektedir. Vladimir bir türlü karar veremez, dolayısıyla her bir elçinin ülkesine, dinlerinin nasıl olduğunu öğrenmek için temsilcilerini gönderir. Döndüklerinde adamları ona şunları söyler: “Bulgarlar eğiliyor, oturuyor, içlerinde cin varmış gibi bir o yana bir bu yana bakıyorlar; aralarında mutluluk yok, sadece keder ve dayanması güç bir koku var. Sonra Almanların arasına karıştık ve tapınaklarında birçok tören düzenlediklerini gördük; fakat şan ve şeref göremedik. Sonra Konstantinopol’e gittik; Bizanslılar bizi Allahlarına taptıkları binaya götürdüler; göğe mi çıktık, yerde miyiz bilemedik.” Bahsettikleri bina Ayasofya’ydı; kubbenin altındaki Serafimin verdiği izlenim de budur.