Bir deniz kenarı düşlüyorum. Sakin, kıpırtısız ve huzurlu. Yönüm güneşe dönük. İnsanın Azrail bile gelse gülümseyerek karşılayabileceği kadar güzel her şey. Sonra birdenbire iri kara bir sinek biçimsiz vızıltısıyla önce kafamın üzerinde pike yapıyor, sonra da terli göbeğimin ortasına konuyor. Kovuyorum elime. Üşengeç in kalklardan başka bir işe yaramıyor bu hamle. Göbeğimden bacaklarıma, bacaklarımdan enseme, ensemden tekrar göbeğime... Kararlı hareketlerle kovmak değil öldürmek üzere hamle yapmaya başlıyorum bu kez. Beceremiyorum. O an fark ediyorum. İğrenç şekilde terliyim. Ve yalnızım. Sonra insan artığı pet şişeleri fark ediyorum. Plajın biçimsiz taşlarına takılıyor sonra gözüm. Deminden beri huzurla baktığım güneş cehennem zebanisi gibi görünmeye başlıyor artık. Amına kodumun sineği duruyor hala yerinde. Mücadele etmekten vazgeçtim. Sadece kalkmak istiyorum... Odama gitmek istiyorum...
Öyle işte... Ne zaman güzel bir şey düşlemeye kalksam saçma bir sinek musallat oluyor düşümün göbeğine. Kendi kafamda yarattığım sinekle bile mücadele edemiyorum. Hayal kırıklıkları, delirten özlemeler, üşenmeler ve can sıkıntısı ve can sıkıntısı ve hiç azalmayan can sıkıntısı. Hepsinin obsesif karşılığı sinek oluyor bende. Kafka'nın böceği varsa benim de sineğim var lan diyorum kendi kendime. Sebep olanların gözü kör olsun!
Ali Lidar