27 Ağu 2016

Sainte-Enimie

Kafka

…bu demek oluyor ki, abartılı bir biçimde ifade edecek olursak, bana huzur içinde geçecek bir saniye bile bağışlanmış değil, hiçbir şey bağışlanmış değil, her şeyi dişimle tırnağımla elde etmek zorundayım, sadece şimdiyi ve geleceği değil, geçmişi de, belki de her insanın doğal bir biçimde sahip olduğu her şeyi, evet, onu da elde etmek zorundayım, belki de en zor iş bu, yeryüzü sağa dönerse -bunu yapıyor mu bilmiyorum-, benim geçmişi telafi etmek için sola dönmem gerekiyor. Ama şimdi bu yükümlülükleri yerine getirecek bir gıdım gücüm yok, dünyayı omuzlarımda taşıyamam, paltomu bile taşıyamıyorum.

Marketa Irglova / Svavar Knutur - Worth The Wait

Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak… Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?

 Yakup Kadri Karaosmanoğlu 
Who will tell whether one happy moment of love or the joy of breathing or walking on a bright morning and smelling the fresh air, is not worth all the suffering and effort which life implies.


Erich Fromm 

25 Ağu 2016

Bir gün benim de bir uçan balonum olsa diye hayaller kurarak uykulara dalan, hüzünlü çocuklardık biz.Karnemize zayıf düşürdüğümüzde, ailemize bunu nasıl izah edeceğiz diye yüzü kızaran çocuklardık biz.Semt pazarlarına akşama doğru fiyatlar ucuzlar diye karanlık çöktüğü anda giden, zorluğu bilen çocuklardık biz.Ahizeli telefonlara kimin aradığını bilmeden, herkesten önce ilk alo’yu diyebilmek için koşan, telaşlı çocuklardık biz.Siyah beyaz televizyonlar ile gördüklerimizin rengini hayal eden, yayın bitince okunan İstiklal Marşımızı duyduğumuz an’da yattığımız yerden ayağa kalkıp saygı duruşu yapan, onurlu çocuklardık biz.Doğum günlerimizde kendisine kitap armağan edilen, gazetelerden günlerce kupon biriktirilerek sahip olduğumuz temel britannica, meydan larousse, gelişim hachette gibi merak ettiklerimizi öğrenmeye çalışan ansiklopedi çocuklarıydık biz.Uzaktan kumandalı televizyonla ilk tanışmamızda oturduğumuz yerden sadece 3-5 kanalı değiştirebildiğimiz halde mutlu olan, mütevazı çocuklardık biz.

Belediye otobüslerinde, hamile ile yaşlı teyze ve amcaları gördüğümüzde yerimizi onlara vermek için ayağa kalkan, merhametli çocuklardık biz.Bayramlarda bizleri lavabo pompası gibi öpen teyzelerin verdiği mendilleri, harçlık veren amcaları, dedeleri özleyen, kazandığımız paraları atari salonlarında, gençlik parkındaki çarpışan otolara binerek harcayan çocuklardık biz.Kışın soğuklarında pekmez ile tahini karıp yiyen, üşümemek için içimize yünlü içlik giyen, garip çocuklardık biz.Sokaklarda gazoz kapağı toplayıp, sigara paketlerinden, mektup pullarından koleksiyon yapan, akşam ezanı okundu mu, dayak yememek için evlere koşan çocuklardık biz.

Sütü bakkaldan alamayıp, hafta sonları mahallenin sütçüsünü elimizde tencerelerle bekleyen, sonra o sütü kaynatıp üzerindeki kaymağı afiyetle yiyen, komşudan aldığımız maya ile o sütün sobanın yanında yoğurt olmasını bekleyen, sabırlı çocuklardık biz.Kışlık kazaklarımızı güveler yemesin diye bolca naftalinleyip valizlerde eşyalarını saklayan, umutlu çocuklardık biz.Komşu apartmanların meyve ağaçlarına gizlice çıkan, dalından meyve yemenin zevkini çıkartan ama yaptığıyla da utanan, içinde “Allah” korkusu olan çocuklardık biz.Bizden bir yaş dahi büyüklerimize abi, abla diyecek kadar saygılı olan çocuklardık biz.Mahallemizde kızlarla erkeklerle toplaşıp yakan top, yedi kiremit oynayan, küfür etmeyi bilmeyen, centilmen çocuklardık biz.Evde çorba diye sadece tarhana çorbası içen, dışarıda domates çorbasının üstüne kaşar serpildiğini gördüğünde sündüre sündüre o çorbayı içmeyi beceremeyen, masum çocuklardık biz.Çikolatanın tadını bayramdan bayrama bilen, pötibör bisküvi arasına sade lokumu bastırıp pasta niyetine afiyetle yiyen, mutlu çocuklardık biz.Mahallemizden geçen macuncu, simitçi, pamuk ve elma şeker satıcılarını gördüğümüzde heyecanlanan, yokluğu bilen çocuklardık biz.Siyah önlükleri, beyaz yakaları olan, sabahları okulda andımızı bağıra bağıra söyleyen, vatansever çocuklardık biz.
Daha sizlere ne söyleyeyim,Bizlerin o tatlı ve telaşlı heyecanlarından şimdi ne kaldı geriye..
Bu zamane çocukları ileride kendi çocuklarına acaba hangi hikâyelerini anlatacaklar.

 Cevdet Gökhan Tüzün

İbn'ül Arabi


Vakar: İnsanın çok konuşmaktan, başkalarında kusur bulmaktan, el kol hareketi yapmaktan, hareket etme gereği olmayan yerlerde hareket etmekten kendini alıkoyması, az öfkelenmesi, soru sorduğunda karşısındakini dinlemesi, cevap aldığında ötesine geçmemesi, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle uğraşmaması, acelecilikten ve her işe atılmaktan kaçınması demektir.



Muhyiddin İbn'ül Arabi
Okulda insanın asıl öğrenmesi istenen, anlatılan dersler değil ders anlatılırken susması gerektiğidir.

Alper Canıgüz

Quint Buchholz

djinn-gallery:
“ Quint Buchholz
”

Tchaikovsky: Andante cantabile (arr. cello) from String Quartet No. 1, Op. 11

20 Ağu 2016




Orfe (Orpheus), kimilerince gerçekten yaşamamış efsanevi bir isim veya mitolojik bir şair olarak görülmesine karşın, ezoterizmde, antik Yunan’a bilgeliği Pisagor ve Platon’dan önce getirmiş, en büyük inisiyelerden biri olarak kabul edilir.
Kimi kaynaklara göre Orfe MÖ 8. yüzyılda bir Trakya kralı ile bir Apollon rahibesinin oğlu olarak dünyaya geldi.
Orfe, elinde kozalak başlı bir asa taşırdı. Adı (Orfe ya da Arfa) inisiyelerinin kendine hitap biçiminden doğmuş olup “ışığıyla şifa veren” anlamına geliyordu. Kurduğu inisiyatik organizasyonun merkezi olan Delf’teki Apollon Tapınağı’nın kapısı üzerinde ünlü “kendini bil!” sözü yazılıydı.
Pisagor ve Platon gibi birçok inisiyenin yararlandığı Orfe’nin öğretisi, diğer ezoterik ekollerde de görüldüğü gibi, sürekli olarak tekrar doğuş ilkesini esas almaktaydı. Amaç, insanın semavi yanına zıtlık gösteren, Titanlarla simgelenen dünyevi, maddi tutkuları, nefsani arzuları yenerek kurtuluşa varmaktı.
Tahayyüle sığmayan gerçek oluyor. Taşıyamam zannettiklerimizi paşa paşa sırtlanıyoruz. Hayatlarımız aynı. Unutmam sandıklarımızı unutuyoruz.


Nazan Bekiroğlu

8 Ağu 2016

Lives in 6 words

lindsaycharlotte:
“ ‘Not quite what I was planning.’
”

David Bowie - Letter to Hermione

Dendera zodiac




Hathor tapınağının ikinci katında ve doğu köşesinde, Tanrı Osiris’in şapeli bulunmaktadır. Duvarlarında, yeraltının Tanrı’sına yakışır, ölümden sonra doğan Osiris’i temsil eden sahneler anlatılır. Osiris’e adanmış şapelin tavanında yer alan güneş saati ve dairesel Zodyak görülmektedir. Dendera zodyakı Mısır'da bulunmuş olan tek mevcut dairesel zodyaktır.  Dairesel zodyak sembollerin Mısır sembolleri olması dışında Babilliler ve Yunanlıların geliştirdiklerine benzer. Draco ayağa kalkmış bir suaygırı, boğanın bacağı Büyük Ayı ve çakal Anubis de Küçük Ayı'dır. Sirius bir tekneden yatan bir inek biciminde temsil edilirken, Orion Boğa'nın (Boğa burcu) toynaklarının altında görünmektedir. İlkbahar noktası Koç'u (Koç burcunu) takip eden Thoth'un Habeş maymunuyla gösterilir.

Anomalisa

Unutulan umutlar sandıklarından çıkarıldıklarında hiç de vaktiyle sarılıp sarmalanıp ortadan kaldırıldıkları halleriyle, şefkat vaat eden yumuşak ve acı tebessümleriyle kendilerini göstermiyorlar, adeta intikam alıyorlardı.

Ümit Kıvanç

Bergman’a “Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?” diye sorduklarında “Utanç” demiş Bergman. Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.
Taş kovuğundaki böcek sanır ki yer ve gök hep orasıdır.
Yes, I deserve a spring–I owe nobody nothing.


Virginia Woolf

Elegy for Strings in memory of Ivan Samarin ( Tchaikovsky )

Tchaikovsky - Valse Sentimentale

Трудные времена всегда выявляют настоящих друзей


Zor zamanlar gerçek dostlarınızı tanımanızı sağlar...

4 Ağu 2016

Sana "Normal" diye öğretilen şey; İşe gitmek için satın aldığın kıyafetleri giyip, işe gitmek için hala ödemesini yapmakta olduğun arabanla trafiğe girip, gittiğin işte ise giydiğin kıyafetin, bindiğin arabanın ve bütün gün sen işteyken boşta duran evin parasını ödeyebilmek için çalışmaktır. 
Bence bu zır deliliğin tepe noktasıdır.


Ali Denizci

Bazı şeyler için artık sabrım yok.
Ukala biri haline geldiğim için değil, aksine hayatımda artık beni mutsuz eden ya da üzen şeyler ile vaktimi daha fazla kaybetmek istemediğim bir noktaya ulaştığım için…
Laf sokmalara, haddinden fazla eleştirilere ve hangi türden olursa olsun talep ve beklentilere artık sabrım yok.
Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen insanları sevmeye ve bana gülümsemeyen insanlara gülümsemeye yönelik arzumu kaybettim.
Artık yalan söyleyen ve beni yönetmek isteyen insanlara bir tek dakika bile harcamak istemiyorum.
Oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların ve ucuz övgülerin olduğu ortamlarda bulunmak istemiyorum.
Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok.
Aynı şekilde boş dedikodulara da bulaşmak istemiyorum.
Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan nefret ediyorum.
Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan bir dünyaya inanıyorum, bu nedenle katı ve toleransı olmayan olan insanlardan kaçınıyorum.
Arkadaşlıkta sadakatsizlikten ve ihanetten hoşlanmıyorum.
Birisine nasıl iltifat edileceğini ya da cesaretlendirmek için ne diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum.
Abartılar beni sıkıyor.
Ve her şeyin de üzerinde, sabrımı hak etmeyen hiç kimseye sabrım yok.

Tam pencereme yakın bir dut ağacı vardı. Ay ışığı dut yapraklarından süzülür, odaya pare pare dökülürdü. Aşağı yukarı yaz kış pencereyi açık bırakırdım. Ne serin, ne tuhaf rüzgarlar eserdi. Vapurlarda da çalıştığım için, rüzgarların kokularından lodos, poyraz, karayel, günbatımı diye tefrik eder, tanırdım. Ne rüzgarlar battaniyemin üzerinden acayip birer rüya gibi gelip geçtiler…


Sait Faik
İpekli Mendil (1934)