Gözümüz kapılarda kaldıkça daralır içimiz,
Gitsek kırarız korkusu.. kalsak rahat değiliz.
Şükrü Erbaş
Aynı yolu beraber yürüdüğümüzü sandığımız insanlar, aslında bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ediyor..
29 Kas 2013
26 Kas 2013
Acaibü’l Mahlûkat ve Garaibü’l Mevcûdat
Kazvini’nin 13. yüzyıla ait Arapça eseri ‘Acaibü’l Mahlûkat ve Garaibü’l Mevcûdat Ortaçağ İslam dünyasının en önemli doğal tarih metinlerini barındırır. İlk bölümde acâyip, mahlûkat ve garip kelimelerinin anlamlarından, İslam, Roma ve İran takvimlerinden, evrende yaratılmış canlı cansız varlıklardan, Müslümanların astronomik bilgilerinden, gezegenlerden, yıldızlardan, meleklerden bahsedilir. Evrenin eşsiz güzellikleri ve gök cisimlerinin insan hayatı üzerindeki etkileri vurgulanır. Diğer bölümde ateş, hava, su, toprak gibi elementler, denizler, yeryüzünde denge sağlayan dağlar, adalar, şehir ve kasabalar vb. coğrafi bölgeler, jeolojik oluşumlar; bitkiler, ağaçlar, suda ve karada yaşayan hayvanlar, insanlar, mitolojik yaratıklar, cinler, devler yanı sıra dünyanın tuhaflıkları anlatılır...
24 Kas 2013
19 Kas 2013
Barış Bıçakçı
Şehirde otomobiller, yollar ve binalar, sonunda bütün sıcaklıkların evrenin ölgün sıcaklığıyla aynı olacağı bir geleceğe doğru son hızla gidiyor, uzanıyor, yükseliyor. Ama aralarında banka memuru sevgili dostum Tuğrul’un da bulunduğu sağlığına dikkat etmeyen, fazlasıyla hayalperest bazı insanlar var ki, onlar gece kurdukları saatin sabah çalışmamasını veya en iyisi geriye gitmesini gönülden dileyerek tatlı tatlı esniyorlar.
17 Kas 2013
16 Kas 2013
Düşün! Bize matematik dünyasının kurgusal ve sonsuz olduğu öğretildi.Bunu kabul ederim.Ama sonra 1 ile 2 arasındaki sonsuzluğu düşündüm.Peki o nereye gitti?
İrrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir?Eğer 1’den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelebilir?İşte!Soru bu!
Yanıtsız bir soru ve işte matematiğin hatası!Dolayısıyla matematik yok!Onun üzerine kurulmuş dünya düzeni de yok..Ama ben anlayabilirim.anlayabilirim bu sorunu ve o zaman ortaya yaklaşık sayılar çıkar.Yani hiçbir sayı tam değildir.Hepsi tama yaklaşır,ama varamaz. Demektir ki 1,999…9’u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız.Ve dünya da aslında tam gibi görünürken,aslıda irrasyonellik harikası.İşte bu yüzden hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir!Yani anlamsızdır.Ne bir başlama nedeni,ne de bir oluş nedeni vardır.evrende uçuşa kocaman bir irrasyonellik .Tabi ki dünyanın bir anlamı olması gerekiyor.Belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır. Ama onların da bizi getirdiği nokta ortada.!!
Hakan Günday
İrrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir?Eğer 1’den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelebilir?İşte!Soru bu!
Yanıtsız bir soru ve işte matematiğin hatası!Dolayısıyla matematik yok!Onun üzerine kurulmuş dünya düzeni de yok..Ama ben anlayabilirim.anlayabilirim bu sorunu ve o zaman ortaya yaklaşık sayılar çıkar.Yani hiçbir sayı tam değildir.Hepsi tama yaklaşır,ama varamaz. Demektir ki 1,999…9’u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız.Ve dünya da aslında tam gibi görünürken,aslıda irrasyonellik harikası.İşte bu yüzden hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir!Yani anlamsızdır.Ne bir başlama nedeni,ne de bir oluş nedeni vardır.evrende uçuşa kocaman bir irrasyonellik .Tabi ki dünyanın bir anlamı olması gerekiyor.Belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır. Ama onların da bizi getirdiği nokta ortada.!!
Hakan Günday
Kinyas ve Kayra
Ne ölüm, ne de hayat! Hiç biri kovalamıyor beni rüyalarımda. Hiçbirinin eli bana değmiyor. Çünkü ellerim ceplerimde hiç olmadıkları kadar. Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı. Hepsi dar geldi. İnansaydım herhangi birine, uğruna gerekirse dünyayı kan gölüne çevirirdim. Okyanuslar kırmızı olurdu. Pıhtılaşmış kanlardan siyah dağlar yükselirdi. Ama inanamadım. Bir türlü inanamadım.. Bütün hayat bir ilüzyon. Benim gibi.
15 Kas 2013
Bu aklına gelince ve bununla birlikte geçmiş de aklına gelince ve çok süratli gelince, gözleri doldu. Çünkü bir şeyin düşünce olabilmesi için makul bir sürenin geçmesi lazım. Aniden akla geliveren ve düşünceye dönüşmek için kâfi zamanı bulamayan şeyler, basınç değişikliğinin tesiriyle (bizim problemimizde basınç aniden düşüyor, sıcaklık ise sabit) ne olur, sıvı hale geçer ve gözyaşı olarak akar bunu herkes bilsin. Bu böyledir. Gözlerini sil.
Barış Bıçakçı, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi
Barış Bıçakçı, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi
14 Kas 2013
Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Kışları, kıyı tenhalaştığında, sandalyelerimizi ılgınların altına koyup denizi seyredeceğiz. Geçmişten konuşacağız. Bütün yaşadıklarımızı bıkmadan usanmadan ve artık utanmadan hatırlayacağız. Deniz azacak burnumuzun dibine kadar gelecek. Hırkalarımıza iyice sarılacağız. Bedenlerimiz, olan biteni kabullenmemize olanak tanıyacak bir hızla çevikliğini, gücünü, dayanıklığını yitirmiş olacak.
Hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. .İçimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak. Sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. Tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.
Barış Bıçakçı
Hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. .İçimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak. Sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. Tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.
Barış Bıçakçı
Ben hakaretleri bağışlayacak kadar iyi bir yapıda değildim, ama sonunda onları unutuyordum hep. Benim kendisinden nefret ettiğime inanan biri, onu geniş bir gülümseme ile selamladığımı görünce apışıp kalıyordu. O zaman, yapısına göre ya bendeki ruh büyüklüğüne hayran oluyor ya da ödlekliğimi küçümsemeyle karşılıyordu, oysa bu davranışımın nedeni daha basitti: adını bile unutmuştum adamın. İlgisiz ya da nankör kılan aynı sakatlık o zaman büyük ruhlu hale getiriyordu beni.
Demek ki, ben-ben-ben’in günü gününe sürekliliği dışında başka bir süreklilik olmadan yaşıyordum. Günü gününe kadınlar, günü gününe erdem ya da erdemsizlik, günü gününe, köpekler gibi, ama her gün sağlamca yerinde duran kendim. Böylece yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcükler içinde, hiçbir zaman gerçek içinde değil. Tam okunmamış o kitaplar, tam sevilmemiş o dostlar, tam gezilmemiş o kentler, tam sarılmamış o kadınlar! Sıkıntıdan ya da dalgınlıkla bir takım el kol hareketleri yapıyordum. Varlıklar birbirini izliyor, birbirine takılmak istiyorlardı, ama ortada hiçbir şey yoktu, bu da berbat bir şeydi. Onlar için. Bense unutuyordum.
Albert Camus, Düşüş
Demek ki, ben-ben-ben’in günü gününe sürekliliği dışında başka bir süreklilik olmadan yaşıyordum. Günü gününe kadınlar, günü gününe erdem ya da erdemsizlik, günü gününe, köpekler gibi, ama her gün sağlamca yerinde duran kendim. Böylece yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcükler içinde, hiçbir zaman gerçek içinde değil. Tam okunmamış o kitaplar, tam sevilmemiş o dostlar, tam gezilmemiş o kentler, tam sarılmamış o kadınlar! Sıkıntıdan ya da dalgınlıkla bir takım el kol hareketleri yapıyordum. Varlıklar birbirini izliyor, birbirine takılmak istiyorlardı, ama ortada hiçbir şey yoktu, bu da berbat bir şeydi. Onlar için. Bense unutuyordum.
Albert Camus, Düşüş
11 Kas 2013
Kafka
Ah Milena… Denize düşmüşüz sanki, elimizde olmadan oradan oraya sürükleniyoruz… Boğulmuyorsak, bu da kötülük olsun diyedir.
8 Kas 2013
6 Kas 2013
Kafesin Güvenliği
Kimi ruhlar çarmıha gerilidir. Kadim yaraları yüzünden yeniden ve yeniden gerilirler her iki koldan birer çiviyle. Birisi paslıdır çivinin. Onu çıkarmak hem zor, hem acılıdır. İki kolun asıldığı ve ruhu geren; gerdikçe çatlatan bu çarmıhın çivilerinden biri arzu, diğeri gereklilik; ya da biri aşk, öteki onaydır çoğu zaman. İçin için yansa da istediği yöne meyletmek için öteki paslı çivi tutar biteviye.
Birini koparmalı, birini sökmelidir. Yoksa daha fazla dayanamayacaktır. Sökülmeye aday olan taraf çoğu zaman yeni çividir. Arzu çivisi, onay çivisinden daha kolay sökülüp atılır. Daha az korkutucudur onu sökmek. Kendini yok etmek de olsa daha az suçluluk vardır o yanda. Eski esarete boyun eğmek yine de çarmıhtan kurtulmak olacaktır çünkü.
Ve fakat yeni bir çarmıh daha vardır: Nasıl yapmalı? Sorumluluk almadan, suçluluk hissetmeden… Kendini yok etmek isteyen, bunun da bulur bir yolunu. Bilir, öğrenmiştir çünkü paslı taraftan bunu yıllar boyu. Hataya zorlar ite kaka taze tarafı. Böylece kendi yapmamış olacaktır olanı biteni; kendi almayacaktır ne suçu, ne de sorumluluğu…
Aslında ortada tek çivi vardır. Geçmişin çivisi… Hiç kopamadığı… O yüzden yerleşemez ruh yeni bir eve, yeni birine, yeni bir ‘biz’e. Ne kadar yerleşse o kadar çarmıh olacaktır. Bilir bunu içten içe… Geçmişin bilindik acısından daha ağır ve fazla gelir özgür ve sorumlu olmanın acısı zira.
İstemese de, istemediği yerde olsa da, istemediklerini yapsa da daha az korkuludur bilindik boyun eğiş ve tanıdık pranga. Zaten yeni olan tarafta da aranan bağlılığın, güven ve aidiyetin aynı zamanda ruhu bağlayan, kıskıvrak eden iplere döneceğinden de korkmaktadır. Kadim olan eski acı ise bilindik olandır aynı zamanda. Zaten hep acıyan, hiç durmadan acıyan… Dahası “Ya çivisiz kalırsam?” der ruh. Kendi özgürlüğünden de korkar çünkü. Sınırlarını hep başkalarının koyduğu bir yaşamdan çıkarsa kendi sınırlarını koyamayacağından korkar. İlle de bir çivi ister koluna, kendi sınırsızlığından ürktüğü için.
Çivi acılıdır. Ama güvenlidir. Çünkü o karar verir, orada durmasına kanata kanata da olsa. “Ya özgür kalırsam?” diye korkar. “Kendim karar vereceğim nerede olacağıma ve de ne yapacağıma.” “Ve o zaman katlanacağım sonuçlarına.” Çünkü bilir ki özgürlüktür aslında sorumluluk gerektiren. Çivi sorumluluk değil zorunluluktur zira. Karar gerektirmeyen bir esarettir. Ne itiraz, ne talep vardır orada. Sadece bir kafesin güvenliği ve bir kaç tane yem…
Cem Mumcu
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Elbette birinden biri iyi gelecek ve ben de etrafımdakilere benzeyecektim. Muhakkak benzemeliydim. Benzemezsem yaşamak çok güçtü.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar
3 Kas 2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)