Aynı yolu beraber yürüdüğümüzü sandığımız insanlar, aslında bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ediyor..
29 Eki 2013
Русалки
Ivan Kramskoi'nin 1871 de yaptığı Denizkızları. Slav mitolojisine göre nehirdeki ruhlar genç kadınlar biçiminde geceleri çıkardı. Bunların vaftiz olmadan veya evlenmeden ölen ya da karşılıksız aşk sonucu nehirde intihar eden ruhlar olduğu da söylenir. Geceleri nehirden çıkıp dans ettiklerine ve şarkı söylediklerine inanılır.
26 Eki 2013
Tezer Özlü
Kendimle savaşmaktan yoruldum. “Yapmam” dediğim ne varsa yaptım, büyük lokma yemedim ama büyük sözlerimin hepsini yuttum. Gitmelerden çok, kelimeler yaktı canımı. Geçmişi düzeltmeye çalıştım, sanki zamanı geri döndürebilirmişim gibi. Kimseden bir şey beklememeyi öğrendiğim gün, işte o zaman özgür olacağım. Akışına bırakmayı bir türlü öğrenemedim. Bana karşı yapılan her hatadan bile kendimi sorumlu tuttum, ama doğrularımı hiç üstüme alınmadım.
Tek bir kelimeden binlerce anlam çıkardığım günler de oldu, yazılan uzun cümleleri görmezden geldiğim günlerde. İnsanlara inanmaya çalışmaktan yoruldum.
Tek bir kelimeden binlerce anlam çıkardığım günler de oldu, yazılan uzun cümleleri görmezden geldiğim günlerde. İnsanlara inanmaya çalışmaktan yoruldum.
Dünya, her geçen gün daha yakına geliyor. İyi mi? Değil. Çünkü bunun ne demek olduğunu, az veya çok, hepimiz biliyoruz. Mesela sizi sevenler ile kullananları birbirinden ayırmanız iyice güçleşiyor.
Modern hayatın yıkıcı etkilerine karşı, çok şükür ki, bazı sığınaklarımız var. Bunlardan biri de dostluktur, kardeşliktir. Dostluk, Yahya Kemal’in sözleriyle söyleyecek olursak, aşktan bile daha saf bir histir.İnsan, zor sanattır. Onu tanımak, onunla uyuşmak, maddiyatın dışında bir ortaklık oluşturmak. Bilhassa bu devirde, çetin meseledir.
İbrahim Tenekeci
24 Eki 2013
Dünyanın içinde, insan sayısı kadar dünya daha var. Bu dünyaların her biri soru işareti olarak karşımızda duruyor. Sözgelimi ağaçları tanırsınız; çiçek açar, meyve verir, yaprak dökerler. Peki, bir insanı tam manasıyla tanımak mümkün müdür? Yıllarca beraber olursunuz da, sonra öyle bir şey yapar ki, şaşırır kalırsınız. Yazık dersiniz, tanıyamamışım.
Biliyoruz ki, hiç kimse kendisini sonuna kadar saklayamaz. Bir gün, gerçek mizacını mutlaka ele verir. Sarımsağı gelin etmişler de, kırk gün kokusu çıkmamış. Devamı yok.
Bir insanla tanışmak, tanış olmak, hatta onu anlamak; o insanı tanımak anlamına gelir mi? Elbette gelmez. Sufiler, “ilk hatır önemlidir” der. Şimdilerde buna, “izlenim” diyoruz. Dünyanın hatır üzerine kurulu olduğunu düşünürsek, izlenim, bir anda anlamını yitiriyor.
İnsanları yakından tanıdıkça, kiminin altını, kiminin üstünü çizmek zorunda kalıyoruz. Aslına bakarsanız, ‘yakından tanımak’ da meseleyi çözmüyor. Birlikte olduklarımızla ilgili bunca şaşkınlığı, bunca üzüntüyü, onları yakından tanıdığımızı sandığımız için yaşıyoruz.
İbrahim Tenekeci
Biliyoruz ki, hiç kimse kendisini sonuna kadar saklayamaz. Bir gün, gerçek mizacını mutlaka ele verir. Sarımsağı gelin etmişler de, kırk gün kokusu çıkmamış. Devamı yok.
Bir insanla tanışmak, tanış olmak, hatta onu anlamak; o insanı tanımak anlamına gelir mi? Elbette gelmez. Sufiler, “ilk hatır önemlidir” der. Şimdilerde buna, “izlenim” diyoruz. Dünyanın hatır üzerine kurulu olduğunu düşünürsek, izlenim, bir anda anlamını yitiriyor.
İnsanları yakından tanıdıkça, kiminin altını, kiminin üstünü çizmek zorunda kalıyoruz. Aslına bakarsanız, ‘yakından tanımak’ da meseleyi çözmüyor. Birlikte olduklarımızla ilgili bunca şaşkınlığı, bunca üzüntüyü, onları yakından tanıdığımızı sandığımız için yaşıyoruz.
İbrahim Tenekeci
Çok soğuk bir kış günü üşüyen kirpiler birbirlerine iyice sokulurlar, soğuktan ve donmaktan korunmak için, ama bir süre sonra birinin dikenleri diğerine batmaya başlar. Birbirlerinden iyice uzaklaşırlar, bu seferde soğuğun etkisi hissedilir. Her seferinde aynı olay tekrarlanır, üşüyünce birbirlerine yapışan kirpiler, dikenler batınca birbirlerinden fazlasıyla uzaklaşırlar, ta ki hem soğuktan etkilenmeyecekleri hem de birbirlerine dikenlerini batırmayacakları orta bir mesafe bulana kadar. İnsanlar da kendi monotonluklarından, tek başınalığın boşluğundan kurtulmak için birbirlerine yaklaşırlar, ama çirkin alışkanlıkları ve dayanılmaz hataları onları birbirlerinden uzaklaştırır. Orta mesafe ise nezaket ve iyi ahlaktır.
A.Shopenhauer
A.Shopenhauer
Seyahatnâme; Sille Köyü, Konya
On İki Havari'den ikisi Aziz Barnabas ve Aziz Pavlus, Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra, radikal Yahudilerin yoğun ve şiddetli baskısından kurtulmak için kendilerine inanan ilk Hristiyanlan da yanlarına alıp, İkonia'ya (Konya) gelirler. Fakat burada da şiddetli ve yoğun baskı devam edince şehrin kuzeybatısında bulunan Takkeli Tepesi'nde yer alan mağaralar, onları bağrına basar. Sille dağlarına oyulan bu ilk ibadethaneler, İsa'nın ilk müritlerine ev sahipliği yapar ve bu mağaralar Sille hikâyesini başlatan ilk adım olur.
Sille'de düş ile gerçeğin aynı anda buluştuğu, ölüler şehri olarak nitelendire-bileceğimiz Selçuklu döneminden kalma, taşların dantel gibi işlendiği mezarlıklar da bulunuyor.
21 Eki 2013
İnsan kendisinin ne olduğuyla asla uğraşmaz. Fakat aynı anda insan, hem başkalarına, hem de kendisine güzel görünmek ister. Bu nedenle insan kendisini de kendisinden gizler. Yine aynı nedenle her insan hem kendine, hem de başkalarına rol yapar. Sıradan bir insan başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğüyle ilgilendiğinin yarısı kadar kendisinin ne olduğuyla ilgilenmez.
Schopenhauer
Schopenhauer
20 Eki 2013
Yaşlandıkça servileri öteki ağaçlara göre kendime daha yakın bulduğumun ayırdına vardım. Belki ölümü yakın bulmamdan..
Çınar, kestane, dişbudak vd...
Yeşile karşı ne kadar hoyrat olursak olalım, şükür ki, bu ağaçlar bizi terk etmiyorlar. Sizi bilmem ama ben yürüyüş yollarımı çoğu zaman onların varlığına göre seçiyorum. Bir çay bahçesine oturduğumda masamı koca çınara mı, yoksa kestaneye göre mi ayarlasam diye tatlı bir kararsızlık yaşadığım oluyor.
Peki ya serviler?
O koyu yeşil, mevzun vücutlu, geceleri gümüşlü, gündüzleri hüzünlü serviler!Unuttuk mu onları, ihmal mi ettik? Mezarlıklara mı terk ettik?
Evet!
Gerçek bu maalesef.
Yahya Kemal'in "serviler şehri" İstanbul, ölümün lafından bile korkan insanlarla dolup taşalı çok oluyor. Mezarlıkların yanından geçerken kafalar başka yana çevriliyor ya...Serviler de öylece hiç fark etmeden hem hayatımızdan, hem de zihnimizden siliniyor sanki.
Oysa servi ne güzel bir bahçe ağacıdır!
Doğru, okudunuz! Bahçe ağacı.
Osmanlılar mesela, bahçelerine, avlularına, bağlarının bir kenarına servi dikmeye özen göstermiştir.
Hele yolların kenarlarındaki o vakur duruşları yok mu, nasıl baş döndürücü bir güzelliktir!
Daha sonraki kuşaklar ne yazık ki, yol kenarları için serviler yerine ürkek, çelimsiz kavakları tercih ettiler.
Sonra ne oldu, biliyorsunuz. İtalyan filmlerinde, iki yanında serviler dizili, ucu güneşle apaydınlık bir bahçeye açılan gölgeli toprak yolları ağzımızın suyu akarak seyreder olduk...
Hilmi Yavuz gibi "Yaşlandıkça servileri öteki ağaçlara göre kendime daha yakın bulduğumun ayırdına vardım.
Belki ölümü yakın bulmamdan" diye düşünenler çoktur. (Bulanık Defterler. Sayfa 29.)
Bense servide derin bir huzur duygusunu bulurum.
Bunu eski bir vakit, Ege'de, bir zeytinliğin içinden geçen patikayı dolanıp denize bakan tepenin yamacına çıktığımda karşılaştığım bir servi öğretmişti bana. Orada bir başka ağaç olsa, altına uzanıp uyumayı düşünürdüm belki ama servinin yanında durdum. Uzun uzun durdum.
Benimle birlikte zaman da durmuştu sanki!
Asıl diyeceğim şu...
Bizim belediyelerimiz ucuza hastalıklı alındığı için kuruyup giden İskenderiye palmiyelerini her yere kondurmak yerine,
Osmanlı'nın serviye verdiği değere dönüp baksalar...
İyi olmaz mı?
Haşmet Babaoğlu
Yeşile karşı ne kadar hoyrat olursak olalım, şükür ki, bu ağaçlar bizi terk etmiyorlar. Sizi bilmem ama ben yürüyüş yollarımı çoğu zaman onların varlığına göre seçiyorum. Bir çay bahçesine oturduğumda masamı koca çınara mı, yoksa kestaneye göre mi ayarlasam diye tatlı bir kararsızlık yaşadığım oluyor.
Peki ya serviler?
O koyu yeşil, mevzun vücutlu, geceleri gümüşlü, gündüzleri hüzünlü serviler!Unuttuk mu onları, ihmal mi ettik? Mezarlıklara mı terk ettik?
Evet!
Gerçek bu maalesef.
Yahya Kemal'in "serviler şehri" İstanbul, ölümün lafından bile korkan insanlarla dolup taşalı çok oluyor. Mezarlıkların yanından geçerken kafalar başka yana çevriliyor ya...Serviler de öylece hiç fark etmeden hem hayatımızdan, hem de zihnimizden siliniyor sanki.
Oysa servi ne güzel bir bahçe ağacıdır!
Doğru, okudunuz! Bahçe ağacı.
Osmanlılar mesela, bahçelerine, avlularına, bağlarının bir kenarına servi dikmeye özen göstermiştir.
Hele yolların kenarlarındaki o vakur duruşları yok mu, nasıl baş döndürücü bir güzelliktir!
Daha sonraki kuşaklar ne yazık ki, yol kenarları için serviler yerine ürkek, çelimsiz kavakları tercih ettiler.
Sonra ne oldu, biliyorsunuz. İtalyan filmlerinde, iki yanında serviler dizili, ucu güneşle apaydınlık bir bahçeye açılan gölgeli toprak yolları ağzımızın suyu akarak seyreder olduk...
Hilmi Yavuz gibi "Yaşlandıkça servileri öteki ağaçlara göre kendime daha yakın bulduğumun ayırdına vardım.
Belki ölümü yakın bulmamdan" diye düşünenler çoktur. (Bulanık Defterler. Sayfa 29.)
Bense servide derin bir huzur duygusunu bulurum.
Bunu eski bir vakit, Ege'de, bir zeytinliğin içinden geçen patikayı dolanıp denize bakan tepenin yamacına çıktığımda karşılaştığım bir servi öğretmişti bana. Orada bir başka ağaç olsa, altına uzanıp uyumayı düşünürdüm belki ama servinin yanında durdum. Uzun uzun durdum.
Benimle birlikte zaman da durmuştu sanki!
Asıl diyeceğim şu...
Bizim belediyelerimiz ucuza hastalıklı alındığı için kuruyup giden İskenderiye palmiyelerini her yere kondurmak yerine,
Osmanlı'nın serviye verdiği değere dönüp baksalar...
İyi olmaz mı?
Haşmet Babaoğlu
11 Eki 2013
Albert Camus, Le Mythe de Sisyphe
Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün ‘neden’ yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. ‘Başlar’, işte bu önemli. Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır…
Dünyada olmak istediğimiz yer
"Ah, şimdi orada olsam, ne güzel olurdu!" deriz hani...Yani ne kadar hoş bir yerde yaşarsak yaşayalım, burada değil de, orada olmak istediğimiz bir yer vardır. Hep gitmek istediğimiz yer...
Oradaki yalınlığı buradaki konfora tercih edeceğimiz yer...Bize zamanımızın büyük bölümünü yanlış yerde geçirdiğimiz hissi veren; uzaktayken fena halde hasretini çektiğimiz bir yer...
Hilmi (Yavuz) Hoca "dünyada olmak istediğimiz yer" diyor oraya: "Kuru bir dal gibi sıradan şeylerin bile, anlamlı, gizemli, büyülü göründüğü bir yer..."
Fakat büyük çoğunluk, gidecek her türlü imkânı olsa bile "dünyada olmak istediği yer"in neresi olduğundan emin olamaz; hep kararsızdır; o yüzden bu eşsiz ve güzel tecrübeyi tatmaktan uzak kalır.
Hücrelerine kadar işleyen turizm kültürünün altında ezilir. Sanki hâlâ dünyada "yeni" bir şeyler kalmış gibi telaş ve tatminsizlik içinde oradan oraya dolaşır durur.
Haşmet Babaoğlu
Haşmet Babaoğlu
10 Eki 2013
8 Eki 2013
Lidar
Duvarda duvar saati var, yerde yer halısı, masada masa lambası, elbise askısında elbiseler, kitaplıkta kitaplar, kültabağında sigara izmariti... Eşya bile nerede olmasını gerektiğini biliyor sanki. Hiçbirinin kafası karışık değil. Şu an oturduğum göt kadar odada etrafıma bakıyorum da aslında nerede olması gerektiğini bir türlü bilemeyen bir tek benim gibi geliyor. Annemin karnından hiç çıkmamalıymışım ben. Doğduğum günden beri gözüm hep karanlıkta. Gün ışığına tahammül edemiyorum. İnsan sesine de. Kafka bir kitabında şöyle bir laf etmişti 'Ne şanslıdır şu sağırlar, duyamamak bir özür değil olsa olsa lütfudur Tanrı'nın'.
6 Eki 2013
Seyahatname; Matka Kanyonu, Üsküp
Матка кањон
Маткаta "Rahim"demek. Üsküp'e 15 km, içinde mağaralar ve manastırlar var.Vrelo Mağarası insanlar tarafından keşfedilen en derin mağaralar listesinde 14. sırada yer alıyor.
Матка кањон
5 Eki 2013
The Annunciation - James Tissot,1896
Luka'ya göre, bir melek Meryem'e göründü ve çocuğu olacağını haber verdi.
1 Eki 2013
Seyahatname; Sardes Antik Kenti-Salihli
Manisa'nın Salihli ilçesine bağlı Sart beldesindeki Sardes Antik Kenti ve yöresi, 5 bin yılı aşkın süredir çeşitli yerleşimlere sahne olmuş. Batı Anadolu'daki yedi önemli kiliseden biri olarak anılan Sardes, dini açıdan da öneme sahip. Tarihte devlet güvencesinde paranın basıldığı ilk yer olarak bilinen Lidya Devleti'nin başkenti Sardes, tarım, hayvancılık, ticaret ve Sart Çayı'nda yapılan altın madenciliği sayesinde zengin bir kent olarak tanınıyordu. Anadolu’nun en eski ve en büyük sinagogu olarak bilinen yapı burada inşa edilmiştir.Sardes 2013 yılı itibariyle Türkiye’den UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne girmiştir.
Diri Gömülen
Kendimden kaçıp, çok uzaklara, mesela Sibirya’ya gitmek, ahşap evlerde, çam ağaçlarının altında, gri gök, ve karın, lapa lapa yağan karın, altında, gidip kendi hayatıma yeniden başlamak istiyorum. Ya da mesela Hindistan’a gitmek, parlak güneşin altında, göğe başlarını uzatmış ormanların altında, acayip insanlar arasında, kimsenin beni tanımadığı, kimsenin dilimi bilmediği, her şeyi kendimde hissedeceğim bir yere gitmek istiyorum. Ne var ki bu iş için yaratılmadığımı görüyorum. Hayır, ben tembelin biriyim. Yanlışlıkla dünyaya gelmişim.
Sâdık Hidâyet
Sâdık Hidâyet
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)