Çok ama çok fazla konuşuyoruz..Daha az konuşup daha çok çizmeliyiz..Kişisel olarak konuşmayı tamamen reddetmeyi ve tıpkı organik doğanın yaptığı gibi söyleyeceğim her şeyi çizimlerle ifade etmeyi isterdim..Şu incir ağacı, şu küçük yılan, pencere pervazımdaki sessizce geleceğini bekleyen koza, bunların hepsi önemli işaretlerdir..Bunların anlamlarını doğru olarak çözmeyi başarabilen bir insan kısa süre sonra yazılı veya sözlü kelamdan tamamen vazgeçebilecek duruma gelecektir..Üzerine düşündükçe, konuşmada öylesine boş, bayağı ve hatta züppece bir şey buluyorum; sanki insan doğanın ciddiyeti ve suskunluğu karşısında, yalnız bir kayanın karşısında veya yaşlı tepelerin ıssızlığı içinde hissettiği türden bir dehşet yaşamaktadır..
Goethe
Aynı yolu beraber yürüdüğümüzü sandığımız insanlar, aslında bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ediyor..
30 Tem 2013
Acımak
Ben zannediyordum ki ömürlerimizin teknesini istediğimiz sahile götürmek için yalnız onun dümenini ele almak kâfidir. Şimdi anlıyorum ki değilmiş.Yollar görünmez kayalarla doluymuş.Onlara çarpmamak lazımmış.Daha fenası gizli cereyanlar varmış ki insan onlara kapıldığı zaman yolun değiştiğini, gittikçe uzaklaştığını fark edemezmiş..
Tâ ki kendisini başka sahillere düşmüş görünceye kadar.
Reşat Nuri Güntekin
Tâ ki kendisini başka sahillere düşmüş görünceye kadar.
Reşat Nuri Güntekin
Harry Clarke, MS. Found in a Bottle
"Dev dalgalar tıpkı derinlerdeki canavarlar gibi üzerimize geliyorlardı."
‘Şişedeki El Yazması’ 1833 te Edgar Allan Poe tarafından yazılmış kısa bir hikayedir. Bilinmeyen bir anlatıcı denizde korkutucu olaylar yaşar ,ölüme yaklaştıkça maceralarını yazıp bir şişeye koyar ve denize bırakır.
Şibumi
Senin en büyük kusurun tecrübesizliğin değil, kayıtsızlığın. Yenilgilerini senden daha zeki veya yetenekli olanların elinden tatmayacaksın. Seni yenenler, sabırlı, sinsi, orta düzeyde insanlar olacak.
Trevanian
Trevanian
25 Tem 2013
24 Tem 2013
19 Tem 2013
18 Tem 2013
9 Tem 2013
Ayasofya'nın Melekleri;Serafim
Bugün İstanbul’daki Ayasofya’nın kubbesinin kuzeydoğu köşesinden aşağı gizemli bir ifadeyle bakan ‘Seraf’ın yüzü, 150 yılı aşkın bir süredir gizliydi. Bir zamanlar onlardan, her bir köşede, dört tane vardı. Bu altı kanatlı ‘Serafim’in (‘Seraf’ın çoğul hali) görevi, Allah’ın tahtını çevrelemek ve O’nu sürekli övmekti. İbranice kutsal yazılardaki İşaya kitabında, peygamber göklerle ilgili bir rüya görür: “Rabbi, yüce ve yüksek bir taht üzerinde oturmakta gördüm ve etekleri mabedi dolduruyordu. Kendisinden yukarıda Serafim duruyordu. Her birinin altı kanadı vardı. İkisiyle yüzünü örtüyor, ikisiyle ayaklarını örtüyordu ve ikisiyle uçuyordu. Ve her biri ötekini çağırıp, ‘Orduların Rabbi kutsaldır, kutsaldır, kutsaldır; bütün dünya onun izzetiyle dolu’ diyordu.
Patrikhane, melekle ilgili yapılan "Cennetin bekçisi; Tanrı'nın tahtını koruyan" değerlendirmelerinin doğru olmadığını vurgulamış ve "Serafim İbranice'den, yanmak anlamına gelen 'Saraf' kelimesinden gelmekte olup, bu melek Tanrının Habercisi olmakla vazifelendirilmiştir" açıklamasını yapmıştı.
Orta Çağ’a ait bir Rus hikâyesi vardır; buna göre 10’uncu yüzyılda Kiev Prensi Vladimir’i Müslüman Bulgar, Hıristiyan Alman ve yine Hıristiyan Bizans elçileri ziyaret ederler. Hepsi prensin kendi dinlerine geçmesini istemektedir. Vladimir bir türlü karar veremez, dolayısıyla her bir elçinin ülkesine, dinlerinin nasıl olduğunu öğrenmek için temsilcilerini gönderir. Döndüklerinde adamları ona şunları söyler: “Bulgarlar eğiliyor, oturuyor, içlerinde cin varmış gibi bir o yana bir bu yana bakıyorlar; aralarında mutluluk yok, sadece keder ve dayanması güç bir koku var. Sonra Almanların arasına karıştık ve tapınaklarında birçok tören düzenlediklerini gördük; fakat şan ve şeref göremedik. Sonra Konstantinopol’e gittik; Bizanslılar bizi Allahlarına taptıkları binaya götürdüler; göğe mi çıktık, yerde miyiz bilemedik.” Bahsettikleri bina Ayasofya’ydı; kubbenin altındaki Serafimin verdiği izlenim de budur.
8 Tem 2013
Cehennem'den parçalar; Dan Brown'ın İstanbul'u
"Mirsat en geniş kapıya doğru yürüdü: Bronz kaplı devasa bir giriş. Coşkuyla "İmparator Kapısı" diye fısıldadı. Bizans zamanında bu kapıyı sadece imparator kullanabiliyordu......
....Mirsat bakışlarını kapının üstündeki mozaiğe kaldırdı. Mozaikte Pantokrator İsa'nın resmi vardı: sağ eliyle kutsarken sol elinde Yeni Ahit' i tutan İsa'nın ikonik görüntüsü." s.486
Ayasofya’ya girdikten sonra koridor boyunca sağ tarafta bulunan 9 kapıdan kubbeli asıl bölüme geçilmektedir. O dönem hıristiyanlaştırılmaya çalışılan paganların koridorda tutularak bu kapılardan içeriye bakmalarının ve devasa yapı karşısında etkilenmelerinin sağlandığı söylenmektedir. Bu kapılardan ortadaki İmparator Kapısıdır ve İmparator sadece bu kapıdan giriş yapar. Kapının üzerinde Pentakrator İsa mozaiği bulunur. Mozaikte İsa’nın sol elinde tuttuğu kitabın üzerinde “Ben dünyanın nuruyum, barış sizinle olsun” yazarken, içerideki 40 metre yükseklikteki kubbenin ortasında, Nur Suresinde ise “Allah göklerin ve yerin ışığıdır. Size barışı getirecek olan Allah’ın kendisidir”yazıyor.
"Deisis mozaiği, Pantokrator İsa tartışmasız binadaki en gizemli parçalardan biriydi." s.491
Ayasofya’daki Deisis Mozaiği Rönesans etkileri taşımaktadır. Karşısında da Haçlı Seferinde İstanbul’a gelen Latin ordusu komutanı Enrico Dandolo’nun mezarı bulunmaktadır.
Deisis mozaiği Doğu Roma resim sanatında Rönesansın başlangıcı kabul edilmektedir. Kıyamet gününde insanlığın affedilmesi için Meryem ve Yahya’nın İsa’ya yakarmaları tasvir edilmektedir. Tasvirlerdeki canlılık dikkat çekicidir. 1264 yılında yapılan bu mozaikte yer alanın kim olduğu tartışma konusu. Yakın döneme kadar Hz.İsa olduğu söylenirken araştırmacı Solarion bunun Tyanalı (Kemerhisarlı) Apollonius olduğunu ileri sürdü ve kanıt olarak sağ kaşının üzerindeki 11 sayısını gösterdi, Pisagor tarikatına mensup Apolloniusda bu işaret vardı. Figürün Hz.İsa’ya benzetilmiş olması o dönem paganların zorla hıristiyanlaştırılmış olmalarına bağlanıyor. Mozaikteki Meryem figürü ellerini Hz.İsa’ya uzatmış vaziyette. Oysa Hıristiyan geleneğine göre ellerinde ya İncil ya da Hz.İsa olması gerekiyor. Bu yüzden figürün aslında Mecdelli Meryem olduğu iddia ediliyor.
Deisis
“Uçak bir sis tabakası arasından alçalırken Langdon’ın gözleri uzaktaki bir şehri tarayarak bulmaya geldikleri büyük yapıyı aradı. Enrico Dandolo’nun mezarının bulunduğu yer.” syf 468
Papa , Latin orduları komutanı Dandolo’ya İstanbul’u alma görevini vermiştir. Dandolo 90 lı yaşlarında ve kör ama açgözlü zakaya sahip bir adamdır. Bizans hükümdarı ise Dandolo’ya haber göndermiş ve İstanbul’u işgal ederse, İstanbul’un da kendisini öldüreceğini söylemiştir. Dandolo şehre girmiş ve dört günde savaşı kazanmış ama kısa süre sonra ölmüştür. Ayasofya’daki mezar orijinal değildir, Ayasofya’daki bir tadilat sırasında İtalyan asıllı mimarların bu köşeye mezartaşını gizlice? yerleştirmiş olduğu ve kimsenin farketmediği iddia edilmektedir.
Dandolo'nun mezartaşı
Dandolo haçlılara nasihat ediyor- Gustave Dore
Sonsuz gibi görünen sıralar halinde titizlikle dizilmiş yüzlerce kalın dorik sütun, sarnıcın kubbeli tavanını desteklemek için sudan çıkarak dokuz metre yükseliyordu.Syf 503
"Medusa'nın yılan dolu başının büyük kısmı suyun altında kalmıştı ama yukarıda duran gözleri,sol taraftaki lagüne dönmüştü."Syf 507
Medusa figürlerinden iki tanesi İstanbul Yerebatan Sarnıcı’ da bulunmaktadır. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sutunun altında kaide olarak kullanılan Roma Çağına ait iki Medusa başı bulunmaktadır. IV. yüzyıla ait bu başların hangi yapıtlardan alındığı bilinmemekle birlikte Genç Roma Çağına ait antik bir yapıdan sökülerek buraya getirildiği ve sarnıcın inşaatında salt sutun kaidesi olarak ihtiyaç duyulduğu için kullanıldığı araştırmacılar tarafından kabul görmektedir.Medusa başı eski Bizans’ta kılıç kabzalarına ve sutun kaidelerine ters ve yan olarak işlenmiş ve böylelikle kötülüklerden korunulacağına inanılmıştır. Yerebatan Sarnıcındaki iki Medusa başından biri ters diğeride yan olarak sütun kaidelerine yerleştirilmiştir.
4 Tem 2013
İnkar
İnsanoğlu alt dünyada han, hamam, at, kat ve yatlarla mutlu olacağını sanırken bir türlü arzu ettiği doyum noktasına ulaşamaz. Dolabını açıp da giyecek bir şey bulamayan kişinin muhtemelen dolabı ağzına kadar doludur. Seçeneği çok olan kişi önünde ne olduğunu görmekte zorlanır. Yedi gömlek, beş ayakkabı ve sekiz takım elbiseden sonra yine alır da alır ve doymaz, doyuramaz o iştahını. Moda, sezon alışverişi, gerekli derken eksikliğini doldurmaya çalıştığı şeyin ‘maneviyat’ olduğunu anlaması elbette zaman alacaktır.
Eddi Anter
Eddi Anter
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)